top of page
Ara
nisadolmaci

HASTANEYE KABUL SÖZLEŞMESİNDE TARAFLARIN HUKUKİ YÜKÜMLÜLÜKLERİ

Hasta ile özel hastane arasındaki ilişki, hastanın sağlık hizmetlerinden faydalanmak maksadıyla özel hastaneye başvurmasıyla başlar. Bu ilişki taraflar arasında güven ve iş birliğine dayanmaktadır. Söz konusu ilişki hastanın başvurusunun özelliğine göre çok kısa bir zaman dilimini kapsayabiliyorken, aylarca hatta ve hatta yıllarca sürebilmektedir. İlişkinin iki tarafı bulunmaktadır. Bu taraflardan ilki özel hastane işletmesinin kapsamında bulunan başhekim, hekimler ve özel hastane çatısı altında çalışan tüm çalışanlardır. İlişkinin diğer tarafında ise hasta, varsa hastanın hukuki temsilcisi ve hasta yakınları bulunmaktadır. Bu ilişkinin kurulmasının temel maksadı, ruhen, bedenen ve sosyal açıdan problemleri bulunan hastanın probleminin ne olduğunun tespiti ile eğer mümkünse tedavisidir.

İnsan vücudu yaradılıştan gelen fiziki ve manevi bütünlüğü itibari ile kişilik haklarının konusunu oluşturur (Zevkliler, 1983). Bu sebeple hastaya yapılacak müdahaleler 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi anlamında hastanın vazgeçilemez ve devredilemez kişilik hakları alanında önem kazanmaktadır. Anayasamızın 17. maddesinde ise “herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz” denilmektedir. Yani söz konusu ilişki, konusunu insan bedeni ve insanın maneviyatından almakta olup özel hastanenin sunduğu hizmetler hastanın “kişilik haklarını” ilgilendirmektedir.

Alman, Avusturya, İsviçre ve Türk hukuklarına bakıldığında baskın olan görüş, hastanın bedenine yapılan müdahaleler onun yararına dahi olsa yaşam, vücut bütünlüğü ve kişilik haklarının ihlali olarak değerlendirmekte ve ortaya çıktıkları andan itibaren hukuka aykırı kabul etmektedir. Söz konusu hukuka aykırılığı ortadan kaldırabilecek koşullar ise hastanın serbest iradesi ile müdahaleye vereceği rıza, üstün nitelikli özel yarar ve üstün nitelikli kamu yararı gibi hukuka uygunluk nedenlerinin ortaya çıkmasıdır (Adıgüzel, 2014).

Hekimler çok uzun zamanlardır insanların vücuduna müdahale gücüne sahiptirler. Günümüzde de 1219 Sayılı TŞSTİDK gereği tıbbi müdahalede bulunma yetkisi başta hekimler olmak üzere diş hekimleri, ebeler, sağlık memurları, hasta bakıcı hemşireler ve diş protez teknisyenlerine aittir (Ülker, 2017). Hastanın belirtilen sağlık personeli dışındaki bir kişinin kendisine tıbbi müdahalede bulunması konusunda yetki vermesi de geçersizdir (Hakeri, 2020). Özel hastanelerde hastanın vücut bütünlüğüne yapılacak olan müdahaleler yukarıda sayılan kişiler veya bu kişilerin sorumluluğu, denetimi ve talimatları altında diğer sağlık personelleri tarafından gerçekleştirilmektedir.

Bu ilişkinin açıklanmasında bir diğer hususta özel hastanelerin rekabetçi bir ortamda faaliyet göstermesi ve kar gütme amacı bulunan kuruluşlar olmasıdır. Bu sebeple, kaynak dağıtımındaki eşitsizlikler, gelişen teknoloji, kar- zarar hesapları özel hastanelerde hastaya sunulan hizmetleri etkileyebilmektedir. Her ne kadar özel hastanelerin hekimlerden işletmesel mantıkla talep ettiği hususlar olabilse de hekimler mesleklerinin icrası esnasında tıbbi özerkliğe sahiptirler. Bu tıbbi özerklik sayesinde hekimler kendilerini sınırlayıcı kurallardan uzak bir biçimde, mesleğin gereklerine uygun ve vicdani kanaatine dayanarak somut olayın koşullarını göz önünde bulundurmak suretiyle, aydınlatılarak rıza göstermiş olan hastaya en fazla yarar sağlayacak tıbbi tedbirleri uygulama ve hastane işleticisinin buna aykırı taleplerinden kurtulma imkanına sahiptirler (Ülker, 2017). Dolayısıyla özel hastane hekiminin görevi tıbbi özerkliği sayesinde hastası için neyin iyi olacağına nesnel bir yaklaşımla karar vermek olmaktadır (Hakeri, 2020).

Gün geçtikçe artan teknolojik gelişmeler ve özel hastane sayı ve etkinliklerinin artışı, hekim- hasta ilişkisinin de evirilmesine yol açmıştır. Geçmişte hekim- hasta ilişkisi daha basit, özel ve kişisel iken günümüzde özel hastanelerin katkısı sonucu bu ilişki daha profesyonel bir yapıya bürünmüştür. Hasta, birçok laboratuvar ve diğer tetkiklerden geçmekte, uzmanlaşmanın artması sebebiyle tedavi sürecinde kendi hekimi dışında birçok uzman tarafından görülmektedir. Kısaca günümüzde hastalar, zincirleme olarak çok sayıda prosedür ve işlemin muhatabı olmaktadırlar (Ülker, 2017).

Hastane ile hastaneye başvuran hasta arasında yapılan sözleşmenin çeşitli görünüm tarzları olabilmektedir. Hastanın ayakta veya yatarak tedavisini amaçlayan hastaneye kabul sözleşmesi; tam hastaneye kabul sözleşmesi, hekimlik sözleşmesi ekli hastaneye kabul sözleşmesi veya kısmi (bölünmüş) hekim-hastane sözleşmesi gibi farklı görünümlerde karşımıza çıkabilir (Doğan, 2014).

Söz konusu sözleşmelerin tamamının ortak özelliği, hastane bakımından kira, vekalet, satım ve iş görme sözleşmelerinin birleşimi olan bir “karışık muhtevalı akdin” oluşmasıdır. Bu durumda, bir karma sözleşmede ortaya çıkan hukuki sorunların hangi hükümlere başvurularak çözümlenmesi gerektiği öğretideki görüşler ve Yargıtay kararları ile ortaya çıkacaktır. Günümüzde kabul edilen kıyas teorisine göre, karma akitlerin kanunda düzenlenmemiş olmasından yola çıkılarak, bunlara diğer sözleşmelere ilişkin bir kanunun doğrudan uygulanmasını mümkün olmadığı ancak karma sözleşmenin amacı ve taraflar arasındaki sözleşme adaleti gözetilerek kanun hükümlerinin kıyasen uygulanmasının mümkün olduğu ileri sürülmektedir (Kahraman, 2020).

Özel hastane işleticisi, sözleşmeyle üstlendiği edimlerini hiç veya gereği gibi yerine getirmezse, borca aykırılık nedeniyle oluşacak zararlardan sorumlu olacaktır. Ancak elbette ki hastane işleticisi, yükümlülüklerini sadece kendi başına yerine getirmemektedir. Hastaneler; çalışanları, hekimler, hemşireler, hasta bakıcılar vb. sağlık personeli aracılığıyla hizmet vermektedir. Bu halde, sözleşmeden doğan edimlerin ifasında, sağlık personelinin borca aykırı davranışlarından dolayı, asıl borçlu olan hastane işleticisinin sorumluluğu doğacaktır (Demir, 2018).

Sonuçta ilişkinin bir tarafındaki özel hastane birçok yönden hastadan güçlü durumdadır. İşte bu sebeple, aradaki ilişki kapsamında hasta olan taraf korunmaya muhtaçtır. Ayrıca hastanenin sunduğu hizmet bir kamu hizmetidir ve hastanın vücut bütünlüğü ve yaşam hakkını ilgilendirir. Bu sebeple hastanenin özen yükümlülüğünün de fazla olması gerektiği açıkça ortadadır. İki taraf arasında kurulan sözleşmenin niteliği ve buna uygulanacak hükümler belirlenirken tarafların bu konumunun ve aralarındaki ilişkinin özelliklerinin bir arada değerlendirilerek bir sonuca ulaşılması gerekmektedir.

Özel Hastanenin Yükümlülükleri

Hastanın Tıbbi Teşhis ve Tedavisini Sağlama

Doğal bir olgu olan yaşama hakkına insan, sadece insan olması sebebiyle doğuştan sahiptir ve kişi ancak bu doğal olgunun varlığı durumunda öteki hakların öznesi olabilir (Kaboğlu, 2002).

Anayasamızın 17. Maddesinde yukarıda da bahsedildiği üzere herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Bu hak, Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanununda da incelenerek çeşitli hükümlerle koruma altına alınmıştır. Örnek olarak TMK madde 23 ve 24, TBK madde 56, TCK madde 81 vd. hükümlerle yaşama hakkı koruma altına alınmıştır.

Sağlık hakkı yaşam hakkının bir sonucu ve ayrılmaz bir parçasıdır. Bu hak sebebiyle sağlık kurum ve kuruluşlarına hastalara tıbbi tedavi ve teşhis sağlama yükümlülüğü doğmaktadır.

Tıbbi teşhis ve tedavi genel itibariyle ruhen ya da bedenen iyilik hali içinde olmayan hastanın iyileştirilmesi adına tıp bilimi ve birtakım öngörülen standartlara bağlı kalınarak, gerekli özen ve dikkati göstermek suretiyle hastalığa bir teşhis koymak ve bunu tedavi etmektir. Hiçbir hastane ya da hekim bu sorumluluk sebebi ile borç altına girmez. Bahsedilen taraflardan hiçbiri hastanın iyileşeceğini taahhüt edemez. Ancak hastanın iyileşmesi için maksimum özen ve dikkati gösterebilirler.

Teşhis ve tedavi yükümlülüğü dayanağını Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 13. Maddesinden alır. Buna göre “Tabip ve diş tabibi, ilmî icaplara uygun olarak teşhis koyar ve gereken tedaviyi tatbik eder. Bu faaliyetlerinin mutlak surette şifa ile neticelenmemesinden dolayı, deontoloji bakımından muaheze edilemez. Tababet prensip ve kaidelerine aykırı veya aldatıcı mahiyette teşhis ve tedavi yasaktır.”

Yine Anayasa madde 17/2’de “… Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz…”. Burada belirtilen tıbbi zorunluluk kavramının tıp bilimindeki karşılığı “tıbbi endikasyon” olup tedavinin hukuka uygunluğunun saptanmasında en önemli ölçülerden biridir. Tıbbi endikasyon, tıbben müdahalede bulunulmasını gerekli kılan hallerdir. Hekim bu aşamada endikasyonun varlığı ve tıp biliminin objektif verilerine uygun müdahale koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini dikkate almalıdır. Böyle bir durumun varlığı halinde hastanın hastaneye başvurması ile de tıbbi teşhis ve tedavi yükümlülüğü doğar (Candaş, 2019).

Teşhis ve tedavi yükümlülüğünü yerine getirmek en başta hekimin yükümlülüğüdür. Görülen iş sonucun garanti edilmesine müsaade etmez. Bu yüzden bu iş eser sözleşmesi olarak nitelendirilemeyecektir. Burada ancak bir tür vekalet sözleşmesinden söz edilebilir. Hekim yani ifa yardımcısı tıp biliminin kurallarına uygun davranarak gerekli tetkikleri yapmasının ardından doğru olduğunu düşündüğü teşhisi koymalıdır. Bunun akabinde de teşhise uygun tedaviyi önermeli ve önerdiği tedaviyi hastanın aydınlatılmış onamının alınmasının akabinde gerekli her türlü tedbiri alarak uygulamalıdır.

Teşhis ve tedavi esnasında hastaya yapılan tüm müdahalelerin tıp kurallarına uygun olması zorunludur. Yani “tıbbi müdahale” niteliğinde olmalıdır. Tıbbî müdahale; kişilerin yaşamını, sağlığını ve cismani bütünlüğünü tehdit eden fiziksel veya ruhsal birtakım anomalilerin yahut hastalıkların teşhisi, tedavisi veya ortaya çıkmamış ama çıkması muhtemel hastalıkların önlenmesi; tedavinin mümkün olmadığı hallerde hastalığın hafifletilmesi, ilerlemesinin ve kötüye gitmesinin önlenmesi; hastanın acılarının dindirilmesi yahut nüfus planlaması amaçlarına yönelik olarak, resmi ehliyetli sağlık personeli tarafından tıp biliminin kabul edilmiş kurallarına ve gereklerine uygun olarak gerçekleştirilen faaliyetlere denir (Kahraman, 2020).


Hastane Bakımını Sağlama

Hastaneye kabul sözleşmesi kapsamında özel hastanenin yükümlülüklerinden en önemlisi hiç şüphesiz ki tıbbi tedavinin sağlanmasıdır. Ancak tıbbi tedavinin uygun olması, teşhisin doğru yapılması, ehil personellerle çalışılması, nitelikli ekipman ve tedavi ortamı sağlanması, tedavi öncesi ve sonrası düzenli takip yapılması, hastane koşullarının steril olması, ameliyathane ve hasta odalarının teşekküllü olması gibi birçok edimin bir arada olmasına bağlıdır. İşte bu edimler genel olarak “hastane bakımı” olarak adlandırılmaktadır.

Hastane bakımını sağlama yükümlülüğünün kapsamına, hastanın yeme – içme ve barınmasının sağlanması dışında, ameliyat öncesinde hastanın hazırlanması (kan ve hormon testlerinin yapılması, röntgen çekilmesi, narkoz verilmesi, üst başının ameliyata uygun hale getirilmesi gibi) ameliyat esnasında gerekli işlemlerin yapılması (bilhassa gerekli hastane personeli ve aletlerin temini) ve ameliyat sonrasında hastanın bakımının yapılması (kontroller, ilaçların içirilmesi, serumların takılması, istirahatin sağlanması gibi) da dâhildir (Aşçıoğlu, 1993).

Yukarıda genel hatlarıyla özetlenmeye çalışıldığı üzere hasta bakımı hizmetleri oldukça kapsamlı olup, sınırlı sayıda sayılması mümkün değildir. Zira hastanın tedavi ortamının dezenfekte olması, giydirilmesi, yatak- nevresim temini, havalandırma, enfeksiyon kapmasının engellenmesi, ısınma gibi birçok hizmeti içerir ve bunlar sözleşmede tek tek sayılmasa bile MK m. 2 (dürüstlük kuralı) gereğince, gelişmiş ülkeler ve dünya çapında kabul görmüş tıbbi standartlar dikkate alınarak, hastane tarafından yerine getirilmelidir (Candaş, 2019).

Özel hastane işletmecisi, bu yükümlülük kapsamındaki edimlerinin çoğunu ifa yardımcısı olarak adlandırabileceğimiz kendisine bağlı olarak çalışan personel aracılığıyla yürütür. Hastane bakımının sağlanması hususunda hastanın herhangi bir zarara uğraması halinde TBK madde 116 hükmü gereğince hastane personelinin sorumluluğu hükümlerine başvurulabilecektir. Eğer söz konusu zararı veren fiil haksız fiil niteliğindeyse hasta, haksız fiil hükümleri uyarınca TBK madde 49 vd. kapsamında hastane personelinin sorumluluğuna başvurabilecektir.

Hastanın Aydınlatılması

Tıbbi müdahale yapılırken hastanın aydınlatılmasının amacı, hekim tarafından verilecek bilgilerle hastanın, uygulanması düşünülen tıbbi müdahale üzerinde serbestçe karar verebilecek bir duruma getirilmesidir. Tıbbi müdahaleye hastanın bizzat rıza göstermesi esastır çünkü hasta kendi geleceğini tayin etme hakkına sahiptir. Fakat hasta gerekli tıbbi bilgi ve donanıma sahip değildir. Bu sebeple, yapılacak müdahaleye rıza gösterebilmesi için durumu hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olması şarttır. Hastanın, gerçekleştirilmesi planlanan tıbbi müdahale hakkında serbest iradesi ile makul bir karar verebilmesi, ancak hekimin, bu konuda onu aydınlatarak karar vermesine yardım etmesiyle mümkün olabilir. Kaldı ki, hekime karşı duyulan güven, hasta için en yararlı olanı yapacak olmasından ziyade, gerekli bilgileri açıklayarak hastaya kendisi için en yararlı olacağını düşündüğü seçeneği seçmesi şansını sunan kişi olmasından kaynaklanır (Kahraman, 2020). Aydınlatma, hekimin, hastasına gerçekleşmesi planlanan tıbbi müdahalenin türü, biçimi, ivediliği, yan etkileri ve rizikolarının yanı sıra; böyle bir tıbbi müdahale gerçekleştirilmediği takdirde, ortaya çıkması muhtemel olumsuz birtakım sonuçları anlatarak hastayı yeterli düzeyde ve uygun bir şekilde bilgilendirmesi, onu tıbbi müdahale hakkında serbestçe karar verebilecek bir duruma getirecek bilgilerle donatmasıdır.

Hasta Hakları Yönetmeliğinin 15. Maddesi ve devamında, hastanın sağlık durumuna ilişkin bilgi edinme hakkı düzenlenmiştir. Yönetmelik maddesinde;

Hastaya; a) Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği,

b) Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi,

c) Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri,

ç) Muhtemel komplikasyonları,

d) Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri,

e) Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri,

f) Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri, g) Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği, hususlarında bilgi verilir.” şeklindedir.

Aydınlatmanın kapsamı ayrıca Tıbbi Deontoloji Tüzüğü m. 14/2, Hekimlik Meslek Etiği Kuralları m. 26 ve Hasta Hakları Yönetmeliği m. 31/1’de düzenlenmiştir. Aydınlatmanın bu denli önemli olmasının sebebi, teşhis ve tedavi yükümlülüğünün tıp bilim ve uygulamasına uygun standartlara uygun olarak yapılmış olması halinde bile hastanın gereken şekilde aydınlatılmamış olması durumunda müdahalenin hukuka aykırı duruma gelmesinden kaynaklanır.

Nitekim Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2008/4219 Esas ve 2008/10750 sayılı 18/09/2008 tarihli kararında aydınlatma yükümlülüğünü gerekli şekilde yerine getirdiğini kanıtlayamayan doktorun nadir olarak gelişen bir komplikasyondan dahi sorumlu olacağına, zira yeterince aydınlatılmamış bir hastanın bu komplikasyon riskine rıza göstermesinin beklenemeyeceği belirtilmiştir.


Hastanın Rızasının Alınması

Hasta, kendi geleceğini belirleme hakkına sahiptir. Bu hakkın bir getirisi de tıbbi müdahaleye rıza gösterme ya da göstermeme özgürlüğüdür. İşte bu yüzden özel hastane tıbbi müdahale öncesinde hastanın ilgili müdahaleye ilişkin rıza beyanını almakla yükümlüdür.

Rızanın alınması, hastanın aydınlatılması yükümlülüğünün bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Nitekim hastanın bilinçli ve hukuka uygun biçimde tıbbi müdahaleye rıza verdiğinden bahsedilebilmesi için az önce bahsedilen aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmiş olması şarttır. Bu sebeple aydınlatma da somut ve somut olaya özgü, açık, anlaşılır, müdahalenin muhtemel sonuç ve rizikolarından hastanın bilgi sahibi olmasına uygun olmalıdır.

Yargıtay da hukuki olarak geçerli rızayı, ancak yeterince aydınlatılmış, baskı altında olmadan, serbest ve bilinçli bir irade ile verilmiş rıza olarak tanımlamıştır.

Rıza kural olarak hastanın kendisi tarafından verilmelidir. Bunun sebebi rıza göstermenin kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olmasının yanında konu hakkında düzenlenen mevzuatlardan da böyle bir sonuç çıkarılıyor olmasıdır. Ancak hastanın küçük veya ayırt etme gücünden yoksun olması durumlarında yasal temsilcinin rıza göstermesi gerektiği, kendisinden rıza alınamayacağı ortadadır. Bu husus Hasta Hakları Yönetmeliğinin 24. Maddesinde de düzenlenmiştir. Aynı şekilde Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 70. Maddesinde de konuya ilişkin düzenleme mevcuttur.

Hastanın aydınlatılması gibi bir imkânın olmadığı zaruri haller rıza için de geçerlidir. Bazen de tıbbi müdahaleler yasal zorunluluk gereği yapılmakta ve hastanın rızası aranmamaktadır. Örnek olarak Umumi Hıfzıssıhha Kanunu uyarınca salgın hastalık durumlarında aşı yapılması zorunluluğu veyahut Türk Ceza Kanunu madde 57/7 uyarınca alkol ve uyuşturucu madde bağımlılarının güvenlik tedbiri olarak özel sağlık kuruluşlarında tedavi altına alınmaları verilebilir.


Sadakat ve Özen Yükümlülüğü

Sadakat borcu, hekimin hastanın sağlığını korumak için gerekli her şeyi yapması, zarar verecek şeylerden ise kaçınmasını ifade eder. Başka bir ifadeyle, hekimin, hastanın menfaatlerini kendi menfaatinden üstün tutmasını ifade eder. Sadakat yükümlülüğü, hasta ile hastane işleticisi arasındaki ilişkinin temelinde güven unsurunun bulunmasının tabii bir sonucudur (Kahraman, 2020).

Özen yükümlülüğü ise, teşhis ve tedavide, tıbbi müdahale teşkil eden eylemlerde, gerekli tedbirlerin alınması, tıbbi yöntemlerin takip edilmesinde hastanenin özenli davranması yönünde bir davranış yükümlülüğüdür (Başpınar, 2007).

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 19.10.2006 tarihli 2006/10057 Esas ve 2006/13842 sayılı kararında bu hususta bir ölçü belirlemiştir. Şöyle ki “(…) vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastanın ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmedir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise, doktor sorumlu tutulmamalıdır.”

Her hekim, uzmanı olduğu alana dair ortalama bir hekimin göstereceği özen ve dikkati göstermekle sorumludur. Tıp bilimince genel olarak kabul gören kuralları tanımalıdır ve bunları mesleğini ifa ederken uygulamalıdır. Bu yükümlülüğün bir parçası olarak hastane kayıt tutmalı, sır saklama yükümlülüğüne uygun davranmalıdır (Hasta Hakları Yönetmeliği m. 7, 16, 21-23).


Kayıt Tutma Yükümlülüğü

Özel hastane, hastaneye kabul sözleşmesinin kurulması anında hastaya ilişkin tıbbi kayıtları tutma ve bunları saklama yükümlülüğü altına girer. Bu yükümlülük nitelik olarak hem sözleşmesel hem de yasal bir yükümlülüktür.

TŞSTİDK m.72’de “İcrayı sanat eden tabipler, diş tabipleri, dişçiler ve ebeler numunesi veçhile Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekaleti tarafından tertip ve mahalli sıhhiye memurlarınca musaddak, hastaların isim ve hüviyetlerini kayda mahsus bir protokol defteri tutmağa mecburdurlar. Bu defterlerin kuyudu ücretten mütevellit davalarda Sahibi lehine delil ittihaz olunabilir. Şu kadar ki müstenidi iddia olan kaydın hilafı vesaik veya delaili muteberei saire ile ispat edilebilir.”

Hasta Hakları Yönetmeliği m. 16; “Hasta, sağlık durumu ile ilgili bilgiler bulunan dosyayı ve kayıtları, doğrudan veya vekili veya kanuni temsilcisi vasıtası ile inceleyebilir ve bir suretini alabilir. Bu kayıtlar, sadece hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olanlar tarafından görülebilir.”

Özel Hastaneler Yönetmeliği m.48/1; “Özel hastanelerin acil servis, poliklinik, klinik, röntgen, laboratuvar ve ameliyathane gibi tıbbî hizmet ünitelerinde, sayfa ve sıra numarası verilmiş ve her sayfası müdürlükçe mühürlenmiş protokol defterlerinin tutulması zorunludur. Özel hastanelere başvuran her hasta için hasta dosyası düzenlenir. Hasta dosyasına hastanın tedavisiyle ilgili bütün müşahadeler ve yapılan muayene, tahlil ve tetkik sonuçları ile tedavi ve günlük değişiklikler yazılır. Hasta dosyası içerisinde, asgarî olarak aşağıdaki belgelerin bulunması şarttır…”

Özel Hastaneler Yönetmeliği m.49; “Özel hastanelerde, muayene, teşhis ve tedavi amacıyla başvuran hasta, yaralı, acil ve adlî vakalar ile ilgili olarak yapılan tıbbî ve idarî işlemlere ilişkin kayıtların, düzenlenen ve kullanılan belgelerin toplanması ve bunların müteakip başvurular ile denetim ve adlî mercilerce her istenildiğinde hazır bulundurulması amacıyla tasnif ve muhafazaya uygun bir merkezî tıbbî arşiv kurulması zorunludur. İlgili diğer mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, özel hastanede tutulan hasta dosyaları, en az yirmi yıl süre ile saklanır. Faaliyeti sona eren özel hastanelerin arşiv belgeleri, bir tutanağa bağlanarak müdürlüğe teslim edilir…” şeklinde düzenlemeler yapılmıştır.

HHY m.16’dan da anlaşılacağı üzere hastanenin, hasta kayıtlarını hastadan saklama, alıkoyma, görmesini engelleme hakkı bulunmamaktadır. Bu kayıtlar, hastanın özel hayatının gizliliğini ihlal etmeyecek şekilde tutulmalı ve talep halinde hastaya ibraz edilmelidir. Ancak bu kayıtların ibrazında hastanın bir menfaati yokken hekimin ya da hastanenin menfaatinin zarar görebileceği bir durum varsa, kayıtların hastaya ibraz edilmesi zorunlu olmayacaktır (Candaş, 2019).


Sır Saklama Yükümlülüğü

Sır, sadece belirli ve sınırlandırılabilir bir kişi grubu tarafından bilinen ve açıklanmasında hasta bakımından anlaşılabilir, gerekçelendirilebilir ve korunmaya değer bir menfaat bulunan durum, olgu veya vakıadır (Hakeri, 2020). Bu sebeple açıklanması kişinin onuruna ve saygınlığına zarar getireceği ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olacağı için hastane işleticisi, direkt olarak hastadan veyahut başkasından öğrendiği, tıbbi veya tıbbi olmayan her türlü bilgiyi gizli tutmakla yükümlüdür. Hastanın hekime bu hususta güvenememesi, bazı bilgileri paylaşmasını engelleyebilecek ve hastanın doğru tedavi ve teşhisi almasını olumsuz olarak etkileyebilecektir.

Hekimlerin meslekleri sebebi ile öğrendikleri bilgiler sır niteliğinde olup bu bilgilerin ifşa edilmeleri çeşitli düzenlemelerle yasaklanmıştır. Bu yükümlülük temelini Anayasa’nın 20. Maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliği ilkesinden alır.

Konuya ilişkin yasal düzenlemelerin en önemlilerinden biri Hasta Hakları Yönetmeliği m. 23 gelir. Buna göre; “Sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamaz.

Kişinin rızasına dayansa bile, kişilik haklarından bütünüyle vazgeçilmesi, bu hakların başkalarına devri veya aşırı şekilde sınırlanması neticesini doğuran hallerde bilginin açıklanması, bunları açıklayanın hukuki sorumluluğunu kaldırmaz. Hukuki ve ahlaki yönden geçerli ve haklı bir sebebe dayanmaksızın hastaya zarar verme ihtimali bulunan bilginin ifşa edilmesi, personelin ve diğer kimselerin hukuki ve cezai sorumluluğunu da gerektirir.

Araştırma ve eğitim amacı ile yapılan faaliyetlerde de hastanın kimlik bilgileri, rızası olmaksızın açıklanamaz.”

Hekim açısından da TDT m.4 ve Hekimlik Mesleği Etik Kuralları m.9 açıkça, hekimin mesleğini icra ederken öğrendiği sırları açıklayamayacağını düzenler.

Sır saklama yükümlülüğünü kamu sağlığı ve güvenliği, zorunluluk hali, hastanın rızası, yetkili merciin emri, kanun hükmünün yerine getirilmesi ve bilirkişilik gibi durumlar ortadan kaldırır.

Belirtmek gerekir ki sır saklama yükümlülüğü bizzat hastane tarafından değil, hastane personeli tarafından da ihlal edilebilir. Hiç şüphesiz ki diğer yükümlülüklerin ihlalinde olduğu gibi, yine TBK 116 kapsamında ifa yardımcısının fiilinden sorumluluk, TBK 66 uyarınca adam çalıştıranın sorumluluğu ve TBK 49 uyarınca haksız fiil sorumluluğu müesseselerine, somut olayın şartları izin verdiği müddetçe başvurulabilecektir (Candaş, 2019).

HHY m.21’de açıkça düzenlendiği üzere sır saklama yükümlülüğü, hastanın ölmesi halinde dahi devam eder.


Hastanın Yükümlülükleri


Ücret Ödeme Yükümlülüğü

Hastanın hastaneden almış olduğu sağlık hizmeti karşılığında ücret ödeme yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülük kaynağını Özel Hastaneler Yönetmeliği hükümlerinde fatura düzenlenmesi ve ücret hesaplamalarına ilişkin maddeler ve vekalet sözleşmesinden kaynaklanır.

Hastanenin ücrete hak kazanması için ilk olarak hukuka uygun ve geçerli bir sözleşme ile usulüne uygun bir ifanın bulunması zorunludur. Hastanın hatalı bir uygulama sonucu ölmesi veya kalıcı bir hasara uğraması söz konusu olursa hastane hastadan veyahut kanuni temsilcisinden hiçbir surette ücret ve masraf talep edemeyecektir.

HHK m.28’e göre özel hastaneler, Sağlık Bakanlığı’nın öngördüğü ücretlerden yüksek ücret talep edemezler. Fakir ve muhtaç hastalar için ÖHY m.56’da özel olarak düzenlenmiş hüküm mevcut olup, ilgili madde hükmüne göre özel hastanelerde, en az bir yatak olmak kaydıyla, yatakların %3’ü fakir ve muhtaç hastaların tedavisi için ayrılmalı ve bu sayı ruhsatlarında gösterilmelidir. Ücretsiz tedavi için ayrılan bu yataklarda, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Başkanlığınca öngörülen kriterlere uygun fakir ve muhtaç kişilerden, hastanenin bulunduğu yerdeki en büyük mülki amir veya müdürlük tarafından sevk edilen hastalar ile acil olarak müracaat eden ve başka bir kuruma nakli tıbben mümkün olmayan fakir ve muhtaç hastaların tedavileri ücretsiz olarak yapılır (Candaş, 2019).


Gerekli Bilgi ve Belgeleri Verme Yükümlülüğü

Hasta veya kanuni temsilcisi (hastanın küçük olması yahut ayırt etme gücünden yoksun olması halinde), tıbbi teşhis ve tedavi için hastaneye başvurduğu takdirde, kendisine sorulacak sorulara doğru cevap vermekle, tedavinin seyrini etkileyecek bilgileri hekiminden saklamamakla, varsa daha önce yapılmış tetkik ve tedavilerine ilişkin belgeleri sunmakla yükümlüdür (Özdemir, 2004).

Ayrıca hasta, tedavisi kapsamında kendisine yapılan uyarılara ve verilen tavsiyelere uymakla da yükümlüdür. Örneğin ilaçların düzenli kullanımı, sigara içmemek, alkol almamak, diyetine dikkat etmek, spor yapmak, soğuktan/ sıcaktan kendisini korumak gibi tedavisini kolaylaştıracak hususlara karşı titiz davranmalıdır. Aksi takdirde meydana gelecek zararlarda kendi kusuru da bulunmuş olacağından, TBK’da yer alan “zarar görenin müterafık kusuru” düzenlemesi uyarınca hastaneden tazminat talep edemeyecek veya sözleşmeye aykırı davranışının hastanenin tedavisiyle zarar arasındaki illiyet bağını kesecek derecede aykırılık teşkil etmemesi halinde hastane aleyhine hükmedilen tazminatta indirime gidilecektir (Candaş, 2019).

Gerekli bilgi ve belgeleri verme yükümlülüğü Hasta Hakları Yönetmeliğinin “Müracaat, Şikayet ve Dava Hakkı” başlıklı 42.maddesine, 08.05.2014 tarih ve 28994 sayılı Hasta Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 9.maddesi ile “Hastanın Uyması Gereken Kurallar” başlıklı 42/A maddesi eklenerek ilk defa hastanın yükümlülükleri de yazılı bir düzenleme altına alınmıştır.


AVUKAT NİSA DOLMACI

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page